SAĞLIK

Aşk psikiyatrik bir hastalık mı?

Dr. Mert Sinan Bingöl: “Aşk, neredeyse tüm psikiyatrik hastalıklara ait kriterleri bünyesinde barındıran coşkunluk hâlidir.”

Üsküdar Üniversitesi NPİTANBUL Hastanesi Psikiyatri Uzmanı Dr. Mert Sinan Bingöl, ‘Aşkın Nörofizyolojisi’ konusunu değerlendirdi.

Psikiyatri Uzmanı Dr. Mert Sinan Bingöl, ilişki kavramının insanın hayatındaki belki de en değerli kavramlardan biri olduğunu ifade ederek, bağ kurmanın önemli olduğunu ve beynin birbirini ‘tamamlayıcı’ özellikte olan ‘iki yarımküreden’ oluşuyor olmasına da işaret etti.

İletişim olmazsa nöronlar da insanlar da kuruyup ölüyor

Nöronlar, birbirleriyle ne kadar sık iletişim kurarsa aradaki bağlantıların o kadar güçlü olacağını dile getiren Dr. Mert Sinan Bingöl, “Bu nöronal bağlantılar; genetik, mizaç ve çevresel etkileşimler sonucunda daha çok gelişir ya da geriler. Doğada izole bir hâlde var olabilecek ne bir nöron ne de bir insan vardır. Karşılıklı uyarıcı etkileşimler olmazsa nöronlar ve insanlar kuruyup ölürler.” dedi. 

Aşk nedir?

Aşkı; ‘Her iki tarafın da daha iyi ilişkiler yaratabilecek olan hayal gücüyle olumlu yanılsamalara kapıldığı ve diğer kişiye kendisinin idealize ettiği önyargılı bir imgeye, ayrılmaz biçimde bağlandığı yoğun bir süreç’ olarak tanımlayan Dr. Mert Sinan Bingöl, günümüz dünyasında aşkın evrensel bir olgu olduğu kabul edilmekle birlikte çok sayıda araştırma bulgusunun aşkın kültürel bağlamsal koşullardan etkilendiğine işaret ettiğini söyledi.

“Tutkulu aşk, kendi ruhsal ve fizyolojik ihtiyaçlarımızla ilişkilidir.” diyen  Dr. Mert Sinan Bingöl, aşkın ilişkiyi başlatıcı olduğunu da dile getirerek, “Aşk, kısmi kontrolümüzdedir. Daha geçicidir. Sevgi ise karşı tarafı tanımakla, bilmekle daha çok ilişkilidir. Nesnesi bellidir. İlişkiyi sürdürücüdür. Özenle beslenip büyütülen bir şeydir. Sürece bağlı olarak daha kalıcı olabilir. Güvenle ilişkilidir. Aşık olma süreci; genetik, hormonlar, çevresel ve psikolojik deneyimlerle oluşmaktadır.” dedi. 

Peki aşk bir hastalık mı?

Dr. Mert Sinan Bingöl, “Aşk, neredeyse tüm psikiyatrik hastalıklara ait kriterleri bünyesinde barındıran coşkunluk hâlidir. Psikiyatrik hastalıklarda görünen belirtilerin ve bulguların hemen hemen hepsi bir aşk sürecinde görülebiliyor.” şeklinde konuştu.

Cinsel uyaranlara erkekler daha duyarlı

Duygularının hissedilebilmesi için bilişsel faktörlerin tek başına yeterli olmadığını, aynı zamanda belli bir duyguya uygun nörokimyasal ve otonomik sinir sistemi tepkilerinin de olabilmesi gerektiğini kaydeden Dr. Mert Sinan Bingöl, şunları da ifade etti:

“Cinsel uyarılma sırasında aktive olan beyin bölgeleri romantik aşk sürecinde aktive olanlarla benzerdir. Aşk ve sevgi ilişkileri, beyindeki ödüllendirme sisteminin (limbik sistem) aktivasyonuna da dayanan karmaşık nörobiyolojik fenomenlerdir. Amigdala; görsel ve işitsel uyaranların kesişme noktasını oluşturması ve limbik sistem, beyin kabuğu ve beyin sapı ile yaptığı yaygın bağlantılar nedeniyle özellikle önem taşır. Erkek amigdalasının dişi amigdalasından yüzde 20 daha büyük olduğu bilinmektedir. Bu nedenle görsel cinsel uyaranlara erkek amigdalası daha duyarlıdır. Bu bilgi, erkeklerde pornografinin daha yaygın görülmesini ve kadınların neden görsel uyaranlar karşısında erkekler kadar hızlı uyarılmıyor oluşunu açıklayabilir.”

Anne babanı seçemiyorsun, eşini seçiyorsun ama nasıl?

İnsanların ebeveynlerini, kardeşlerini ya da çocuklarını seçemediğini ama kendi tercihi olarak eşini seçebildiğini dile getiren Dr. Mert Sinan Bingöl, “Onu da büyük oranda bilinçdışı seçiyoruz. Fiziksel çekim, bir kişiyle karşılaştığımızda ilk dikkat ettiğimiz özelliktir. Karşı cinsin yakışıklı veya güzel bulunması gibi dış özellikler, ilişkinin erken aşamalarında en önemli belirleyicilerinden biridir.” şeklinde konuştu. 

Fiziksel çekiciliğin kısa süreli ilişkilerde ve tanışma sırasına daha önemli olduğunu kaydeden Dr. Mert Sinan Bingöl, “Coğrafi yakınlık da çekim açısından önemlidir. Özellikle ergenlik ve sonrasında aynı mahallede, okulda, iş yerinde bulunuyor olmak ilgi duyma ve yakınlaşma olasılığımızı arttırır.” dedi.

Kültürel ve sosyal normların benzer olana çekim duyulmasını sağladığını da ifade eden Dr. Mert Sinan Bingöl, “Evrimsel, biyolojik ve bilinçdışı normlar ise bizi zıt olana yöneltmektedir. Hem kendimize benzeyen kişileri daha çekici buluruz hem bizim gibi olan eşlere kucak açarız hem de beraber uzun yıllar geçirdiğimiz eşimize daha çok benzeşiriz. Tamamlayıcılık da önemli bir faktördür. Zıtlık ve farklılıklara rağmen mutlu olabilen çiftlerde, en önemli etken uyumluluktur.” diye konuştu. 

Erkeklerin cinsel çekimden daha hızlı etkileniyor

Bireyin vücudunda salgılanan hormonların cinsel istek için önemli bir etken olduğunun gözlemlendiğini de belirten Dr. Mert Sinan Bingöl, “Güçlü bir ilişkide cinsel çekiciliği yok sayamayız. Cinsel çekiciliğin varlığı önemlidir. Genel çalışmalar erkeklerin cinsel çekimden daha hızlı etkilendiğini gösteriyor. Aşinalık ve benzerlik, dostluk ve anlaşmayı geliştirse de tutkulu aşk ve cinsel çekimi ateşlemek için bir ölçüde yabancılık ve benzemezlik gerekir. Son tahlilde egzotik olan erotik olur. ‘Coolide Etkisi’ olarak bilinen yenilik etkisi araştırması bize gösteriyor ki dopamin kısa süreli heyecana; oksitosin ise bağlanma temelinde uzun soluklu güvenilir bir ilişkiye itmektedir.” dedi.

Stres faktörlerinin, aşk süreçlerini en çok tetikleyen unsurlar olduğuna da vurgu yapan Dr. Mert Sinan Bingöl sözlerini şöyle tamamladı:

“Özellikle tutkulu aşka dönüşümde bir engel vardır. Engel ne kadar fazla ise çekim o kadar artıyor. Kişi kurtarıcı bekliyor bu durum aşkı tetikliyor. Kişi stres anında uyarılmış oluyor ve o duygunun varlığını daha çok hissediyor. 

Karşılılık unsuru aşkı besler, aşk karşılığında aşkı ister, bunu bulduğumuzda güçlü bağlanmalar yaşıyoruz. Seçtiğimiz kişinin bizden bir parça taşıdığı düşünülür bu duruma eksikliğin giderilme ihtiyacı diyebiliriz. Hayata aynı açıdan değil, aynı acıdan bakanlar birbirlerine daha çok çekim hissederler. Aynı noktadan yaralananlar birbirlerine daha hızlı çekim hissederler.”